HAYATI ANLAMANIN

EN İYİ YOLU KİTAP OKUMAKTIR

İNSAN OKUR!

Tayfun Kurt (1956-2008)

 

sahaf name

bir röportaj

fotoğraf albümü

hakkında yazılanlar

Ali Haydar Haksal

Aptullah Tirali

Engin Berk

Fatih Sultan Kar

Haluk Çağlayaner

M. Şeref Özsoy

Murat Pabuç

Mengüç Okan

Nuri Kurtcebe

Oral Onur

Ömer Asan

Ömer Lekesiz

Tolga Gürocak

Zafer Yalçınpınar

Bize Ulaşın

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TAYFUN ABİ

 

M. Şeref Özsoy

 

Telefonu açtığımda selamsız/sabahsız “Ne biçim adamlar gönderiyorsun bana” diyen Tayfun abinin sesi beni korkutmadı desem yalan olur:

- Abi ben sana adam göndermedim, iki kız arkadaş gelecekti..

- Ne biliyim adam geldi, sinir etti beni, kovdum!. Türkiye’deymişiz, niye dolarla kitap satıyormuşum diye hesap sordu.

- Abi, başkasıdır o, dedim ya iki kız arkadaş gelecekti.. Ben hemen arıyorum onları..

Olay, bir dergideki arkadaşların aradığı kitabı birkaç gün önce Tayfun abinin dükkanında görmüş olmamla başlamıştı.. Arayıp sorduğumda kitabın henüz satılmadığını söylemişti.. Ben de arkadaşları “dükkana gittiğinizde dikkatli davranın, sağı solu kurcalamayın, Tayfun abiyle konuşun, o zaman istemediğiniz kadar yardımcı olur size” uyarılarıyla Çınar Dibi Sahaf’a göndermiştim.. Ancak onlar da Kadıköy’e giden müdürlerini göndermişler, uyarıların hiç birisini kendisine iletme ihtiyacı duymadan.. “En az 6 ay satmaz şimdi o kitabı kimseye” dediysem de kızlar yüzlerini ekşitmiş, Çınar Dibi’nin yolunu tutmuş, allem edip kallem edip bin bir özürle kitabı almışlardı.. Bu arada kızların şirinliklerine dayanamamıştır belki, çünkü eminim ki ben gitsem, bana vermezdi..

Dünyanın en ters adamı olmasa da benim tanıdığım sahafların en tersiydi Tayfun abi.. Kuralları vardı, bazısına kimsenin aklı yatmadığı, hepsini tek tek mantıklı bir şekilde açıkladığı kurallar ve o bunları uygulamaktan hiç vazgeçmezdi.. Dükkanına gelen en paralı koleksiyonerlerden gazetecilere sinir olursa kovmadığı adam yoktu.. Kovulanlardan birisi Enis Batur’du ve ertesi hafta Cumhuriyet’teki köşesinde “Kitapları seven, okuyucuları sevmeyen sahaf” diye yazınca, Tayfun abi de camına “Enis Batur ve Sevenleri giremez” diye bir yazı asmıştı.. Araya girip “ayıp oluyor” diyenlere de açıklamıştı: “bu gazete 50 bin satıyor, bu sokaktan da günde 500 kişi geçiyor, yani 100 gün asılı duracak o yazı orada.” Gerçekten de 100. gün kaldırdı.. Bununla birlikte Enis Batur’un özellikle Yapı Kredi Yayınları yönetimindeki çalışmalarının hakkını verir, “O olmasa asla bu kitaplar Türkçe’de yayımlanamazdı” derdi..

10 yıl önce tanıdım onu.. Kadıköy’e her geçişimde uğramaya çalıştığım iki dükkandan birisiydi.. Önce Yeni Moda Eczanesi’ne, Melih amcaya uğramışsam mutlaka bir iki duble içecek bir şey konulurdu önüme; kışın kanyak yazın bira ya da şarap.. Tayfun abi de bir çayını bile içmeyişime kızardı, sonra “ben olsam ben de içmezdim” diye eklerdi..

Kadıköy Akmar Pasajı’ndaki dükkanını uzun zamandır açmayan bir sahafa (burada ona A diyelim) “senin dükkanını ben açıp işleteyim” demiş, adam kabul etmiş, Tayfun abi de 10 gün dükkandaki bütün kitapları bir ajandaya kaydettikten sonra dükkanı açmış.. O zamanlar bilgisayar yoktu ama Tayfun abinin düzeni vardı.. Bu düzene onun bilgi-birikimi eklenince kısa sürede iş yapmaya, para kazanılmaya başlanmış.. Bu durumdan şüphelenmeye başlayan A, sık sık dükkana gelir gider olmuş.. Öyle ya kendisi o kadar para kazanamıyordu.. Daha sonra “pazar günleri tezgah açalım” önerisine şiddetle karşı çıkar Tayfun abi “kitap dükkanda satılır, yerlerde değil”.. Gelgelelim bir pazartesi sabahı dükkanı açtığında kitapların raflardan indirilmiş, muz kolilerine konulmuş olduğunu görür.. Arkasından gelen A’nın “bak dün tezgah açtım şu kadar para kazandım” demesiyle kıyamet kopar.. Neyin satıldığı bilinmiyordur ve tüm kitapların ajandadaki kayda göre raflara yerleştirilmesi gerekiyordur.. Kavga büyür, adam dükkanını ister, Tayfun abi o kadar uğraştığı yeri bırakmak istemez, sonunda anlaşılır.. A, Üsküdar’daki aileye ait boş bir dükkanda istediğini yapacaktır.. Bir süre de böyle idare edilir ancak anlaşmazlıklar devam edince dükkanlar değiştirilir.. Tayfun abi Üsküdar’a, A da Akmar’a geçer.. Bir süre sonra Üsküdar’daki dükkan istimlak edilir.. Bu sırada Tayfun abi ve babası Kadıköy’de yer aramaktadırlar ve Sarraf Ali Sokak No 15’deki 3 katlı binayı bulur, beğenir ve satın alırlar.. İlk iş olarak bir marangoz çağırır ama, tarif ettiği rafları yapmak için neredeyse binaya verdiği kadar para isteyen marangozu kovar.. Bir testere alır, yeterli miktarda da malzeme.. Marangozun istediğinin 10’da birine yapar rafları.. Bundan sonra da bir tabelacıya iki tane tabela yaptırır.. Birisi Çınar Dibi Sahaf’ın tabelası diğeri de Sahaf Name’si.. Bütün agresifliğini ortaya koyar bu Sahaf Name’de:

“Sayın okuyucular, kitaplara bakarken elinizdeki çanta, poşet, v.s. uygun bir yere bırakınız. Ne tür bir kitap veya hangi kitapları arıyorsanız sorunuz. Mümkünse kitapları raftan çıkarmadan bakmaya özen gösteriniz. Bakmak ve karıştırmak farklı kavramlardır, lütfen birbirine karıştırmayınız. Kitapları bükmeyiniz, kapaklarını kırmayınız. Sizi ilgilendirmeyen kitapları salt merakınızı tatmin için lütfen karıştırmayınız. Müşteri psikolojisi ile dilediğiniz gibi hareket edip istediğiniz her şeyi yapabileceğinizi düşünmeyiniz. Size nasıl davranılmasını istiyorsanız, o şekilde davranınız. Gereksiz yere kendinizi ve beni meşgul etmeyiniz. Bu koşullar size uymuyorsa lütfen dükkanı terk ediniz. Teşekkür ederim. Çınar Dibi Sahaf.”

Dükkan açıldıktan sonra çok tepki alır bu Sahaf Name ama, Tayfun abi geri adım atmaz ve bir ilave yapar:

“Bu kurallar eleştiriye açık değildir. Fikrinizi kendinize saklayıp, akıl hocalığı yapmayınız, güle güle gidiniz. Teşekkürler.”

Bir gün “Küllük dergisini buldum, ister misin?” diye sordu.. Oysa Tayfun abinin bir düşü, dergi kütüphanesi açmaktı.. Tüm dergilerin bibliyografyasını çıkaracak, araştırmacılara aradığı konuda hızla hizmet verecekti.. Buna rağmen Küllük’ün benim için ne kadar önemli olduğunu tahmin etmiş ve dergiden vazgeçmişti..

- İsterim abi, ne kadar vericem?..

- Ben ne biliyim, derginin önemini sen bildiğine göre, fiyatını da sen belirleyeceksin.

Amacı satmak değildi elbet; Orhan Veli koleksiyonumun eksiğini eksiltmek istiyordu.. Karşılığında alacağı para işin ritüeliydi.. Bununla birlikte parası çıkışmadığı için kitabı kendisine ayırmasını isteyen hiç tanımadığı kişilere bile “al götür, sonra geçerken bırakırsın kalanını” dediğine defalarca şahit olduğum gibi ederinin kat kat fazlasını ödeyebileceklere kitap satmadığını da bilirim..

3 yıl önce bu huysuz, güzel adamın sağlığı bozuldu, by-pass ameliyatı olduktan sonra paket paket içtiği sigarayı bıraktı.. Temizlendikten sonra öğrendim ki çöp tenekesi beyazmış..

Sonra dükkanını kapatmak zorunda kaldı.. Kitaplarının büyük bir kısmını 3 kuruşa bana sattı, ödeme şeklini bana bırakarak.. Bu arada kendi eliyle yaptığı rafların da bir kısmını hediye etti.. Gelgelelim binayı satamıyor, dükkanından bir türlü kopamıyordu..

Bu bekleyiş sırasında ömründe ilk kez kapının önüne bir kutu içinde kitap koydu ama, bir kedi geldi kitapların üstüne kuruldu.. Tezgahtan kitap satabildiğini hiç sanmıyorum ama, oraya da bir name asmayı ihmal etmedi: “Kedi uyuyor, elleyip, uyandırıp, rahatsız etmeyin!”

3 Eylül 2008 tarihinde, henüz 52 yaşındayken, bu huysuz adam sessiz sedasız aramızdan gitti.. Belki sevmeyeni çoktu ama, biz sevenler de öyle bir severdik ki..

Şimdi Çengelköy’de yatıyor.. Mezar taşına yazılacak okkalı bir name bırakmalıydı geride..