TAYFUN ABİ
M. Şeref Özsoy
Telefonu açtığımda
selamsız/sabahsız “Ne biçim adamlar gönderiyorsun bana” diyen Tayfun abinin
sesi beni korkutmadı desem yalan olur:
- Abi ben sana adam
göndermedim, iki kız arkadaş gelecekti..
- Ne biliyim adam
geldi, sinir etti beni, kovdum!. Türkiye’deymişiz, niye dolarla kitap
satıyormuşum diye hesap sordu.
- Abi, başkasıdır o,
dedim ya iki kız arkadaş gelecekti.. Ben hemen arıyorum onları..
Olay, bir dergideki
arkadaşların aradığı kitabı birkaç gün önce Tayfun abinin dükkanında görmüş
olmamla başlamıştı.. Arayıp sorduğumda kitabın henüz satılmadığını
söylemişti.. Ben de arkadaşları “dükkana gittiğinizde dikkatli davranın,
sağı solu kurcalamayın, Tayfun abiyle konuşun, o zaman istemediğiniz kadar
yardımcı olur size” uyarılarıyla Çınar Dibi Sahaf’a göndermiştim.. Ancak
onlar da Kadıköy’e giden müdürlerini göndermişler, uyarıların hiç birisini
kendisine iletme ihtiyacı duymadan.. “En az 6 ay satmaz şimdi o kitabı
kimseye” dediysem de kızlar yüzlerini ekşitmiş, Çınar Dibi’nin yolunu
tutmuş, allem edip kallem edip bin bir özürle kitabı almışlardı.. Bu arada
kızların şirinliklerine dayanamamıştır belki, çünkü eminim ki ben gitsem,
bana vermezdi..
Dünyanın en ters adamı
olmasa da benim tanıdığım sahafların en tersiydi Tayfun abi.. Kuralları
vardı, bazısına kimsenin aklı yatmadığı, hepsini tek tek mantıklı bir
şekilde açıkladığı kurallar ve o bunları uygulamaktan hiç vazgeçmezdi..
Dükkanına gelen en paralı koleksiyonerlerden gazetecilere sinir olursa
kovmadığı adam yoktu.. Kovulanlardan birisi Enis Batur’du ve ertesi hafta
Cumhuriyet’teki köşesinde “Kitapları seven, okuyucuları sevmeyen sahaf” diye
yazınca, Tayfun abi de camına “Enis Batur ve Sevenleri giremez” diye bir
yazı asmıştı.. Araya girip “ayıp oluyor” diyenlere de açıklamıştı: “bu
gazete 50 bin satıyor, bu sokaktan da günde 500 kişi geçiyor, yani 100 gün
asılı duracak o yazı orada.” Gerçekten de 100. gün kaldırdı.. Bununla
birlikte Enis Batur’un özellikle Yapı Kredi Yayınları yönetimindeki
çalışmalarının hakkını verir, “O olmasa asla bu kitaplar Türkçe’de
yayımlanamazdı” derdi..
10 yıl önce tanıdım
onu.. Kadıköy’e her geçişimde uğramaya çalıştığım iki dükkandan birisiydi..
Önce Yeni Moda Eczanesi’ne, Melih amcaya uğramışsam mutlaka bir iki duble
içecek bir şey konulurdu önüme; kışın kanyak yazın bira ya da şarap.. Tayfun
abi de bir çayını bile içmeyişime kızardı, sonra “ben olsam ben de içmezdim”
diye eklerdi..
Kadıköy Akmar
Pasajı’ndaki dükkanını uzun zamandır açmayan bir sahafa (burada ona A
diyelim) “senin dükkanını ben açıp işleteyim” demiş, adam kabul etmiş,
Tayfun abi de 10 gün dükkandaki bütün kitapları bir ajandaya kaydettikten
sonra dükkanı açmış.. O zamanlar bilgisayar yoktu ama Tayfun abinin düzeni
vardı.. Bu düzene onun bilgi-birikimi eklenince kısa sürede iş yapmaya, para
kazanılmaya başlanmış.. Bu durumdan şüphelenmeye başlayan A, sık sık dükkana
gelir gider olmuş.. Öyle ya kendisi o kadar para kazanamıyordu.. Daha sonra
“pazar günleri tezgah açalım” önerisine şiddetle karşı çıkar Tayfun abi
“kitap dükkanda satılır, yerlerde değil”.. Gelgelelim bir pazartesi sabahı
dükkanı açtığında kitapların raflardan indirilmiş, muz kolilerine konulmuş
olduğunu görür.. Arkasından gelen A’nın “bak dün tezgah açtım şu kadar para
kazandım” demesiyle kıyamet kopar.. Neyin satıldığı bilinmiyordur ve tüm
kitapların ajandadaki kayda göre raflara yerleştirilmesi gerekiyordur..
Kavga büyür, adam dükkanını ister, Tayfun abi o kadar uğraştığı yeri
bırakmak istemez, sonunda anlaşılır.. A, Üsküdar’daki aileye ait boş bir
dükkanda istediğini yapacaktır.. Bir süre de böyle idare edilir ancak
anlaşmazlıklar devam edince dükkanlar değiştirilir.. Tayfun abi Üsküdar’a, A
da Akmar’a geçer.. Bir süre sonra Üsküdar’daki dükkan istimlak edilir.. Bu
sırada Tayfun abi ve babası Kadıköy’de yer aramaktadırlar ve Sarraf Ali
Sokak No 15’deki 3 katlı binayı bulur, beğenir ve satın alırlar.. İlk iş
olarak bir marangoz çağırır ama, tarif ettiği rafları yapmak için neredeyse
binaya verdiği kadar para isteyen marangozu kovar.. Bir testere alır,
yeterli miktarda da malzeme.. Marangozun istediğinin 10’da birine yapar
rafları.. Bundan sonra da bir tabelacıya iki tane tabela yaptırır.. Birisi
Çınar Dibi Sahaf’ın tabelası diğeri de Sahaf Name’si.. Bütün agresifliğini
ortaya koyar bu Sahaf Name’de:
“Sayın okuyucular,
kitaplara bakarken elinizdeki çanta, poşet, v.s. uygun bir yere bırakınız.
Ne tür bir kitap veya hangi kitapları arıyorsanız sorunuz. Mümkünse
kitapları raftan çıkarmadan bakmaya özen gösteriniz. Bakmak ve karıştırmak
farklı kavramlardır, lütfen birbirine karıştırmayınız. Kitapları bükmeyiniz,
kapaklarını kırmayınız. Sizi ilgilendirmeyen kitapları salt merakınızı
tatmin için lütfen karıştırmayınız. Müşteri psikolojisi ile dilediğiniz gibi
hareket edip istediğiniz her şeyi yapabileceğinizi düşünmeyiniz. Size nasıl
davranılmasını istiyorsanız, o şekilde davranınız. Gereksiz yere kendinizi
ve beni meşgul etmeyiniz. Bu koşullar size uymuyorsa lütfen dükkanı terk
ediniz. Teşekkür ederim. Çınar Dibi Sahaf.”
Dükkan açıldıktan
sonra çok tepki alır bu Sahaf Name ama, Tayfun abi geri adım atmaz ve bir
ilave yapar:
“Bu kurallar
eleştiriye açık değildir. Fikrinizi kendinize saklayıp, akıl hocalığı
yapmayınız, güle güle gidiniz. Teşekkürler.”
Bir gün “Küllük
dergisini buldum, ister misin?” diye sordu.. Oysa Tayfun abinin bir düşü,
dergi kütüphanesi açmaktı.. Tüm dergilerin bibliyografyasını çıkaracak,
araştırmacılara aradığı konuda hızla hizmet verecekti.. Buna rağmen
Küllük’ün benim için ne kadar önemli olduğunu tahmin etmiş ve dergiden
vazgeçmişti..
- İsterim abi, ne
kadar vericem?..
- Ben ne biliyim,
derginin önemini sen bildiğine göre, fiyatını da sen belirleyeceksin.
Amacı satmak değildi
elbet; Orhan Veli koleksiyonumun eksiğini eksiltmek istiyordu.. Karşılığında
alacağı para işin ritüeliydi.. Bununla birlikte parası çıkışmadığı için
kitabı kendisine ayırmasını isteyen hiç tanımadığı kişilere bile “al götür,
sonra geçerken bırakırsın kalanını” dediğine defalarca şahit olduğum gibi
ederinin kat kat fazlasını ödeyebileceklere kitap satmadığını da bilirim..
3 yıl önce bu huysuz,
güzel adamın sağlığı bozuldu, by-pass ameliyatı olduktan sonra paket paket
içtiği sigarayı bıraktı.. Temizlendikten sonra öğrendim ki çöp tenekesi
beyazmış..
Sonra dükkanını
kapatmak zorunda kaldı.. Kitaplarının büyük bir kısmını 3 kuruşa bana sattı,
ödeme şeklini bana bırakarak.. Bu arada kendi eliyle yaptığı rafların da bir
kısmını hediye etti.. Gelgelelim binayı satamıyor, dükkanından bir türlü
kopamıyordu..
Bu bekleyiş sırasında
ömründe ilk kez kapının önüne bir kutu içinde kitap koydu ama, bir kedi
geldi kitapların üstüne kuruldu.. Tezgahtan kitap satabildiğini hiç
sanmıyorum ama, oraya da bir name asmayı ihmal etmedi: “Kedi uyuyor,
elleyip, uyandırıp, rahatsız etmeyin!”
3 Eylül 2008
tarihinde, henüz 52 yaşındayken, bu huysuz adam sessiz sedasız aramızdan
gitti.. Belki sevmeyeni çoktu ama, biz sevenler de öyle bir severdik ki..
Şimdi Çengelköy’de
yatıyor.. Mezar taşına yazılacak okkalı bir name bırakmalıydı geride.. |