HAYATI ANLAMANIN

EN İYİ YOLU KİTAP OKUMAKTIR

İNSAN OKUR!

Tayfun Kurt (1956-2008)

 

sahaf name

bir röportaj

fotoğraf albümü

hakkında yazılanlar

Ali Haydar Haksal

Aptullah Tirali

Engin Berk

Fatih Sultan Kar

Haluk Çağlayaner

M. Şeref Özsoy

Murat Pabuç

Mengüç Okan

Nuri Kurtcebe

Oral Onur

Ömer Asan

Ömer Lekesiz

Tolga Gürocak

Zafer Yalçınpınar

Bize Ulaşın

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İSTANBUL'UN SON SAHAFIYDI...

Engin Berk

 

Kapısından içeri girdiğimde sene 2004'tü. Kitaplar üstüme yıkılacak sanmıştım. Yürü yürü bitmez bir yol yanına varana kadar... Etrafta yazılar... Kitaba yaklaşma sanatı... Züccaciye dükkanına giren bir fil gibi hissediyordum kendimi. Dikkat etmeliydim. Ağzımdan çıkan ilk söz "merhaba" oldu. Hiç unutmam o sözü. O sözün bana kazandırdığı kocaman dünyayı.

 

İlk kez gördüğü birine değil sanki yıllardır tanıdığı birine bakar gibi bakıyordu. Daha sonra fark ettim; hiç kimsenin bir diğerinden farkı yoktu! Kitap almaya gelmişsin işte! Kitap soracaktın! Herkes ne kadar da aynıydı aslında. Tanıdığım en yalın komünist... Eşitlik onun "aynı bakışlarında" başlıyordu...

 

"Mütareke döneminde yerli ve yabancı basın" adlı kitabı sormuştum. Önce nuh nebiden kalma bir bilgisayara baktı. Var dedi. Eliyle koymuş gibi buldu getirdi. Kitaplara dokunmak yasaktı. İşte tam da bu yüzden yasaktı. Kaybolmasınlar diye... O sene yüksek lisans öğrencisi olarak Prof. Dr. Alaeddin Asna'nın bir dersi için lazımdı o kitap! İyi ki de lazımdı! Yoksa Tayfun Kurt'u yani İstanbul'un son sahafı ile tanışmam mümkün olmayacaktı. Ya da daha geç olacaktı...

 

O, İstanbul'un son sahafıydı. Diğerleriniz ne alınsın ne gücensin. Şimdilerde kitap satmakla bir tutuluyor sahaflık. Üstelik internet üzerinden yapılan müzayedelerle. Onunki farklıydı. Çınardibi'nden içeri girip saatlerce kitaptan, siyasetten, gündelik yaşamdan, spordan konuşabilirdiniz. Ama kurallar çerçevesinde. Önce kurallara uygun hareket etmek gerekliydi. Hani şimdi incelik olarak isimlendirilen kurallar. Bu yüzden unutamadım o merhabayı. Kuralların ilkiydi. Bir çok kişi onu "çok sinirli" diye hatırlayacaktır. Kendine en çok zarar verdiği yanıydı. Televizyondaki bir voleybol maçından tutun da geçmişte yaşanan bir anıya kadar her şeye ve herkese kızabilirdi. Sözü fazla dağıtmadan onu İstanbul'un son sahafı yapan özelliğini kısaca anlatayım. Birgün yeni dergiler gelmişti. İçlerinde Orhan Veli'nin Yaprak dergisi de vardı. Orijinal... Ben alayım dedim. Olmaz dedi. Şeref'e sormam gerek. Niye? Çünkü Orhan Veli ile ilgili belge ve bilgiler onda yarara dönüşür. Ve ekledi. Biliyorsun dedi. Cemal Süreyaları da ilk sana haber veriyorum. Süs olsun diye satılmaz bazı kitaplar derdi.

 

Ankara'da Tunalı pasaşının altındaki sahaf; İzmir'de kızlar ağasında ikinci katta koridorun sonundaki sahaf. Belki Bursa'ya ya da Adana'ya gitsem ve "Tayfun Abi, Adana'dayım, kimi göreyim" desem mutlaka orada da birilerini önerirdi git diye. Sanki kitaplardan bir yörüngenin kontrolünü yapıyordu...

 

Hep kendi doğruları vardı. Ve bu doğrular o kadar az sayıdaydı ki. Karıştırıp çelişkiye düşmedi hiç. Usanmaz ve uslanmaz bir Galatasaraylı oluşu bunlardan biriydi. Galatasaray Lisesi'ni bitirmişti. Ve belki hayatta en çok Galatasaray'ı sevdi.

 

İnsanın gözünden her zaman yaş dökülmez a! Bazen de sözcükler dökülür... Ama şimdi ne işin var orada Tayfun Abi! Ben seni bu yaz Moda'ya bir bardak çay içmek için bile çıkaramamışken; var mı kalkıp Çengelköy'ün sırtlarından seyretmek boğazı.

 

Kadıköy'de Cemal Süreya sokağı geçtikten sonra "Acaba..." derdim hep, "Acaba sattı da gitti mi dükkanı yoksa?" Yine aklımdaydı bu cümle çıkarken yokuşu... Ama hiç aklıma gelmemişti ölüp de gideceğin be Tayfun Abi!"