Tayfun Ağabeyin Kitaplarına Dokunmak
Murat PAPUÇ
Nadir bulunan kitaplara ihtiyaç duyan bir araştırmacı
için en zor olan, sanırım, istemeye istemeye, kitapları bulabileceği
ihtimali nedeniyle Çınardibi Sahafa gitmekti...
Hadi gitti diyelim; meşhur bir mendeburun arşivinde
olabilecek doküman için ayağını sürüye sürüye gitmek yetmezmiş gibi, bir de,
Tayfun’ un karşısında suskun puskun oturmak ve kitaplara dokunmaksızın
sıranın kendisine gelmesini beklemek…
Bu durumu yaşayan çok kişi oldu gözlerimin önünde…
***
Mendebur Tayfun Ağabey öldü…Çınardibi sahaf yok
artık...
***
Başlarda süklüm püklüm oturan araştırmacılara karşı,
mendeburun tavırları nedeniyle, için için beslediğim acıma duygusu zamanla
-nedenlerini öğrendikçe- yok olmuştu…
Tayfun işini iyi yapardı, bilirdi, tartışırdı…
İşini iyi yapan, yani ne aradığını bilen için
sakladıklarını önüne sermeden öncede tartışırdı, Tayfun.
Adını hatırlamadığı, yazarını bilmediği kırmızı kapaklı
kitap arayan, ancak belasını bulurdu, Çınardibinde; yediği azar ve küfürle
kıpkırmızı çıkanlara çok defa şahit oldum…
Allahtan birçok insanı kovduğu gibi beni kovmadı, ilk
gittiğimde…
Subaydım o zamanlar, kitap da aramıyordum… Ne aradığımı
da bilmiyordum aslında…
Gelen-giden patavatsızları azarlayıp gönderdiğine şahit
oldukça, dokunamadığım kitapların içinde suskunca oturdum, her fırsatta
gittiğim Çınardibinde…
Azar, küfür işiten ve kovulanlara şahit oldukça;
günlerimi, saatlerimi geçirdiğim Çınardibinde, ne aradığımı bilmiyorsam
susmamın doğru olacağını yeniden anladım…
Ne aradığını bilse de ne için aradığını bilmeyen çok
kişi, parası neyse veririz tavrının karşılığını küfür ve azar olarak almasa
da, dokunulamayan raflarda aradığının olduğunu bilmeden çıkıp gitmiştir,
Tayfun’un “ yok !” lafından sonra…
Ne verse alacak olanlar için ise arada sırada
çıkarttığı geçimlik yemleri de yok değildi Tayfun’un. Onlara hepsini birden
vermez, kendisinin ve sahafın masraflarının dönmesi için “- bu ne zamandır
gelmiyor, bir yem vereyim” der ve haber üzerine koşa koşa gelene verirdi
yemini…
Tayfun Ağabey işini iyi yapardı... Daha önce
inşaatçılık yapmış, canlı hayvan alıp satmış birisinin nasıl olur da sahaf
olduğuna şaşmamak gerektiğini, işini iyi yaptığına şahit oldukça öğrendim.
Tayfun, eski kitapçı, ikinci el kitapçı değildi. Evet,
eski ve ikinci el kitap alıp satıyordu, ama Sahaf olmak; kimin hangi
kitapları topladığını bilmek, hangi sahafta hangi kitabın olacağını bilmek
ve Çınardibine gelenlerin ne menem insan olduğunu anlamak değil tabiî ki
sadece... Bunları yani; toplayanı, alanı, gelenlerin ne menem olduğunu
bilmeyi anlamlı hale getiren, sabırlı ve inatçı olmaktı Tayfun için…
Ölen ana-babaların, hocaların, bürokratların,
paşaların, üstatların yıllar boyunca özenle biriktirdiği kitapları, ölü
artığı olarak gören nesilleri, varisleri, toz kalksın yer açılsın, üç-beş
kuruş etsin diye toptan sattıkları zaman; kısa ve utangaç pazarlıklar
sonrası torbalara doldurup, Tayfun Ağabeyle beraber Çınbardibine
taşıdığımda; -sahafların tabirince- “iyi parti” kapatmanın burukluğunu
onunla birlikte yaşadığımda; kitapları ayıklarken biriktirenin öyküsünü
sayfalar arasında okumaya başladığımda ve bu kitapların, tanıdıklardan ve
arayanlardan hangisinin ihtiyacı olabileceğini kestirmeye başladığımda;
içerisinde öykü saklı kitapların, sahaflar için rastlantı bir uğrak yeri
olmadığını anlamaya başlamıştım ve de Tayfun ağabeyin neden bu kadar
mendebur olduğunu…
Kıymet bilmeksizin kitap alabilecek olanlar, en zor
durumda kalanlardı, Tayfun ağabeyin karşısında… Bunlar da kitap
alabilirlerdi Çınardibinden, ama alma nedenleri sadece para vermeleri değil;
diğer kitapların, değer bilenleri beklemesini sağlamaktı çoğunlukla…
Bazı kitaplar satılacak ve o sayede öyküleri-geçmişleri
olan kitaplar, değer verenlerin öykü dolu kütüphanesine gidene karar,
satılacak olanın yanında- öncesinde- saklanabilecek…
Gel bakalım deyine Tayfun Ağabey, gülerek ve o beklenen
kitabı elinde sallayarak -ki, o kitap ya bir eskiciden alınmıştır, ya da
vefasız bir evlat tarafından satılmıştır... Nereden geldiği önemsizleşir
kitabın o gülümsediğinde... Acı dolu öyküsü yok olurdu kitabın...
Ve haz içinde verilen ve artık saklanmayacak kitabı,
paylaşılan kitap haline getiren “değer”, kitap kadar önemli hale gelirdi o
andan itibaren; o gülümsediğinde, verdiğinde...
Ölen Tayfun Ağabey, işini iyi yaptığı, bildiği,
tartıştığı, sabırlı ve inatçı olduğu için, ölenlerin artığı olarak görülen
kitapların acısını, kitabı arayanların merakına dönüştürebilecek
tavizsizliğe sahip olduğu için mendeburdu…
Öyle sıradan kuru bir mendebur değildi yani…
***
Yıllarca kitapları takıntılı ruh haliyle toplayanlar…
Toplayanlar öldükten sonra alelacele kitapları satanlar… Kitapları bir araya
getirenlerin ancak sahaflar tarafından okunabilen öyküleri… Sahafların başka
öyküleri bir sır gibi bilmesi... Ve bu öyküleri, arayanların öykülerine
paylaştırmak…
Kitapların öyküsündeki döngünüyü -yani takıntıyı,
aceleciğin hoyratlığını- yeni yaşam öykülerine bağlayan anlamlı inadın ve
sabrın, insanı zamanla katılaştırdığını, mendebur hale getirdiğini, böylesi
döngünün içinde bulununca anlayabiliyor insan.
Ayıklarken ve paylaştırırken, Tayfun ağabeyin yanında
inada şahit olurken; kitap toplarken, seçici olmaya ve yan yana getirdiğim
kitaplarla –öykülerle- beraber kendi öykümü de kütüphanemde kurgulamaya
başlamıştım.
Kıymet bilmeyenden veya satmak zorunda kalandan gelen
kitapları, kıymet bilene ve alamayacak olanlara verebilmek için kıskançça
saklamak… Ve bu haklı kıskançlığa sahip Tayfun Ağabeye kitap sorarken ve
kitap isterken özenli olmak…
Bu özenle kitap soramayacak olanların Tayfun ağabeye
yakıştırdığı mendeburluk, ona hak verdikçe, ona yaklaşabilen, az sayıdaki
dostuna da zamanla sirayet etti sanırım…
Daha doğrusu Tayfun Ağabeyin az ama yakın dostları,
onun kadar olmasa da mendeburdur... İşini iyi yapan insanlardır....Öyküleri
olan adamlardır; onun da bir parçasını kattığı öyküleri olan adamlardır....
***
Kalp ameliyatı olduktan sonra yatacağı hastane odasının
manzarasında mezarlık vardı. Tanıdık çıkan bir hemşire deniz manzaralı bir
odaya yatırdı sonrasında onu. Hatırı sayılır adamdı Tayfun Ağabey, bir o
kadar da zampara…
O hastanede kaldığı sürede Çınardibini açtım,
kapattım... Sahaflık yapamadım... Sadece dükkâna göz kulak oldum,
kapanmadığını göstermek için… Kimseyi kovamadım… Kitaplara dokunmalarına
kızamadım… Parasını her verene kitap sattım…
Tayfun Ağabey her istediğinde Anadolu yakasından en iyi
yemekleri, tatlıları taşıdım ona… Hastane katındaki hastalara, hemşirelere,
hastabakıcılara da ısmarlardı... Çamlıca’nın güveçte kuru fasulyesini çok
severdi, bir de Hasan Usta künefesini… Boğaz manzaralı odasında hep beraber
keyifle yedik onun sevdiği yemekleri, tatlıları...
***
Güneye gitmek istedi Tayfun ama her yer ona uymazdı;
nemsiz olacak, çok sıcak yapmayacak yazları, sessiz olacak… Öyle bir yer
olmadığını bildiği halde, gidemeyeceğini bildiği halde aradı, sadece gitmek
istediği için aradı aylarca…...
Sabırla, inatla kitap toplayan, ayıklayan, saklayan bu
adamın, umutsuzca, yeni bir hayata gecikmiş de olsa yeniden başlayabilmek
adına kalkıştığı son çabasının beklenen sonuçsuzluğu, zamanla mendeburluğunu
masumiyete çevirmişti gözlerimizin önünde.... Neyi varsa veriyor,
paylaşıyordu....
Ama ölümünü acelecilikle bekleyenlerin olduğunu,
takıntılı bir şekilde topladıklarından hoyratçasına kurtulmak isteyenler
olacağını biliyor olmak, mendeburluğunu teslimiyete çevirmedi Tayfun
Ağabeyin…
Kitaplarını verdikçe, sattıkça -yalnızlaştığı-
sahaftan dükkana dönüşen kuytunun dibinde ölümü bekledi.... Göstere göstere
öldü Tayfun... Ketumluğunu, mendeburluğunu sabrını, inadını her kitapta
verdi, dağıttı, paylaştı, eksildi ve... öldü Tayfun Ağabey…
Eksildikçe, yalnızlaştıkça, masumlaştıkça, her dostuna,
ölümünü kendi haber verdi, sessizce…
***
Son zamanlarında daha az ziyaret edebildim onu… Artık
dokunabildiğim kitaplar eksildikçe, sadece bir masa ve bir sandalyenin
kaldığı, satmak için durduğu kuytuda, her gelenin duygularına dokunulabilir
olması, canımı sıkmaya başlamıştı…
Yaklaşan ölümün eziyetini, sızılarını sonuna kadar hak
etiğini söyleyenlerin hoyratlığı, vefasızlığı, erteleyemeyeceği ölümünü
insanileştirdi, Tayfun Ağabeyin....
Daha fazla acıyı da hak etmiş olabilirdi ama, onun
ölümünü duygusallık içinde karşılamak istemediğim için daha az ziyaret ettim
onu, onunla pekişen mendeburluğum nedeniyle...
Artık öleceğini haber verdiler. Son bir isteği var
mıdır benden diye, aynı gün, güneyin sıcağından, neminden geldim. Üç gün
gelip gittim hastaneye. Bilinci kapalıydı. Son isteğini öğrenemedim… Yoktur
dedim kendi kendime, olsaydı aylar önce söylerdi öleceğini bilen Ağabeyim
dedim kendi kendime…
Başını okşadım, insani ölümüne duygulanarak ağladım…
Moda sosyetesinden bazı kadınların, zırt pırt gelip
büyü ve rüya tabirleri kitabı sormasına gülerdik… Hatta bir ara basalım
böyle bir kitap, “yok satar” der, gülerdik... Acaba rüyasında sessiz,
nemsiz, serin güneyde bir yeri mi görüyordur, diye gülümsedim sonra…
Güneye geri döndüm…
Kitapsız, mendebur sahafın öldüğü, gömüleceği haber
verildi…
Eğer varsa öte dünyadaki indirilmemiş kutsal kitaplar,
artık mümkün değil gelmez beklemeyin… Serin, nemsiz ve sessiz bir dipte,
Tayfun biriktirmeye başlamıştır…
Bizim sorgumuzda açılacak hesap defterlerini
biriktiriyordur, bir de... Umarım bizimkileri vermez sorgu meleklerine… Ama
hoyrat, aceleci, kitap tozunu bahane edenlerin, hesap defterlerini
-yemlerini- “değerlendirmek” için hazır tutar raflarda Tayfun Ağabey, eğer
bildiğim adamsa…
Beş on yıl içinde bir çınarın dibi (!) olacak mezara
elbirliği ederek gömdük, Tayfun Ağabeyi...
***
Tayfun Ağabey hangi kitapları kovaladığımı bilirdi... O
mutlaka bir gün bulur, bir acıyı benim yaşam öyküme katar mutlaka diyerek
sabrederdim…
Artık aldığım kitapların hepsi eski, ikinci el…
Kütüphaneme yeni bir öykü katamıyorum artık… İhtiyacım olduğu için satın
alıyorum kitapları…
Hangi kitabı, neden aradığımı biliyorum, nerede
bulacağımı da… Benim için arayan, saklayan, elinde gülerek sallayarak bana
veren, Tayfun Ağabey yok artık… Sabretmeme, beklememe gerek yok…
Tayfun Ağabey, Çınardibi Sahaf yok artık…
***
Güneye gitmek için satmaya çalıştığı, içinde uzun süre
boş boş oturduğu yer dükkân olmuş, bir şeyler satılıyor…
Tayfun Ağabeye kızğın olanlar, geceleri, Çınardibi
Sahafın duvarına işerdi…
Aylar önce, güneyden kesin dönüş yaptığımda, bir gece,
tek başıma onu yâd ederek içtim ve o öldükten sonra bomboş kalan, kiralık
levhası asılı dükkânın duvarına ağlayarak işedim, gizlice…
Çok kızgındım… Aradığımı onun bildiği kitapları, öyküsü
olan kitapları, Tayfun Kurt Ağabey artık saklayamayacağı, bana veremeyeceği
için…
Nisan 2009, İstanbul, Tarlabaşı
|