Tayfun
Kurt
Haluk Çağlayaner
Galatasaray Lisesi
109. devre mezunu
Kadıköy Çınardibi Sahaf günlerinde tanıdım onu; Üsküdar'da imiş eskiden.
Metin Küçükercan'dan öğrenmiştim yerini; o, hemen her hafta uğrardı.
Moda'dan Kadıköy'e inen sokaklardan birinde idi Sahaf; vitrin Türkiye'nin
yakın geçmişine ışık tutardı. Latin alfabesine geçişi izleyen 1930'ların
beğenisini yansıtan gotik harflerle dizilmiş, sararmış kitaplar; bizim "incunable"larımız.
İçeride mekana mümkün olabildiğince çok kitap sığdırmak üzere planlanmış
tavana kadar uzanan raflar; geride aynı amaçla yapılmış küçük bir asma kat.
Girişte dükkanın derinliğine doğru uzanan yüksek bir sehpa; üzerinde genel
geçer ilgiyi çekebilecek kitaplar ve sol dergiler. Her yer - konularına göre
ayrılmış - kitaplarla dolu.
Dükkanın sağ tarafında, o kadar kitap arasında kendine yer bulan büyük boy
bir portre; Levent Ülker. Nerede görebileceğiz artık Levent'i? (Kurt'un
sağlığı iyi değil, akciğerlerini de tutan romatoid artritin üzerine bir de
by-pass olması gerekiyor. Onun mekanında, aramızdan erken ayrılışıyla bizi
sarsan Levent'i görmek ürpertiyor insanı, "hayat fani, ölüm ani" gibi bir
şeyler geçiyor kafamdan, bu soğuk nefesten kaçmak, unutmak istiyorum,
yaşayanların gündelik sohbetine vuruyorum kendimi). Asma katın altında
Kurt'un makamı; çevresi banko şeklinde çevrilmiş; önünde bilgisayarı, raf
kalmadığından yeni gelen kitaplar bankonun münasip noktalarına yerleşmekte;
Kurt gireni çıkanı aralardan görmekte. Bankonun kapı tarafına düşen solunda
bir sedir; burası biz konukların konakladığı mekan.
Türk edebiyatında sağlık konusunu incelerken Osmanlı valilerinden Ebubekir
Hazım Tepeyran'ın "Küçük Paşa" romanını öneriyor ve buluyor Kurt. Kitap,
evlatlık alınan bir çocuk aracılığıyla XIX. yüzyılda ücra bir Anadolu
köyündeki yaşantı ile İstanbul'da bir paşa konağındaki yaşantıyı
karşılaştırıyor. (Neden okul müfredatında yer verilmez bu kitaba? Zira geçen
onca zamana rağmen aradaki fark hiç bir şekilde kapanmamıştır!) Okumayan bir
milletiz biz; ancak Kurt gibi yaşayan bir kütüphane ulaştırıyor bu belgesel
esere beni; gavur ellerinde olsa diyorum, her isteyen ulaşabilirdi bu
kitaba, zira daha çok okuyorlar, yazılı belgeye değer veriyorlar.
Kısacası Müslüman mahallesinde salyangoz satıyor Kurt; yaptığı işin değeri
anlaşılmıyor, hastalığı ona acı ve hareket kısıtlılığı veriyor, özel
hayatında mutlu değil: Kati bir ifadesi var, bu katiliğin içinde de yumuşak,
özgecil bir kişiliği. Onca kitap arasında bir de büyük boy karakalem eskiz
yer alıyor; esaslı cizgilere sahip; bizim büyük oğlan bir donem Kurt'un
arkadaşı olan bu hanımın resim kursuna gidiyor.
Sahaf kâr etmiyor; Kurt dükkanın bulunduğu binayı satmak istiyor, uzun zaman
istediği fiyatı bulamıyor. Uzaklara gitmek istiyor; - biraz hepimiz gibi -
bir sahil kasabasına yerleşmek. Kısa ilişkiler yaşıyor cinsi latifle; hayat
o kadar karmaşık, istekler o derecede farklı ki! Beraber yürümenin mümkün
olmadığını görünce, Kurt öğüt vererek yolluyor hanımları... "Hepimiz küçük
inlerde yaşıyoruz" diyorum; "insan bazen diğer inlerde ne olduğunu bilmek
istiyor..." Bir eski göz ağrısı var; belli ki iyi bir kız, çoktan evlenmiş,
uğruyor ara sıra. Böyle zamanlarda işim çıkıyor benim: Bazen zaman öyle
kıymetli oluyor ki... Zira keçiboynuzu gibi hayat; çiğniyorsun çiğniyorsun
ulaşıyorsun biraz bala, ulaşabilirsen!
Bir zamanların Beyoğlu'su nasıl Nişantaşı'na yenik düştüyse, Moda da Bağdat
Caddesi’nin serpilmesinden sonra geriliyor. Sahaf kendisi de gerileyen
Moda'da tutunmaya çalışıyor. Her ne kadar kâr etmese, değeri anlaşılmasa da,
Sahaf Kurt'un kimliği: Onu bırakınca gerisi de geliyor...
Türkiye de aslına rücu ediyor galiba: Pek çok alametin gösterdiği gibi her
şeyimizle eksiksiz bir Orta-Doğu; (Amerika'dan bakınca) / Yakın-Doğu;
(Avrupa'dan bakınca) ülkesi oluyoruz. Bu Müslüman mahallesinde artık
salyangoz satılmayacak.
Akciğer enflamasyonunu baskılamak için kortizon alıyor Kurt – ileride
muhakkak daha incelmiş tedavi şekilleri bulunur - belli ki biraz da kaş
yapalım derken göz çıkarıyoruz, zira kortizonla bağışıklık da baskılanıyor.
Bu da istenmeyen sonuçlara yol açıyor; Fournier gangreni v.d.
Günün birinde direnci kırılıyor kişinin; "benim işim tamam artık!" Zaten
yaralı bağışıklık sistemi beyinden de olumsuz iletiler alınca her şey baş
aşağı gidiyor. Bazı eski formüller ne yazık ki güncelliğini koruyor; "ölüm
gelmiş cihana bas ağrısı bahane".
Bu ülkenin kütüphanelerinin çoğu birer çıkmaz sokaktır. Kurt, kütüphanesi ve
ilişkiler ağı ile birçok kütüphaneyi cebinden çıkarırdı. Bizden de bir
şeyler götürerek gitti. Düşüncelerinin yaşamasını dilerim.
|