HAYATI ANLAMANIN

EN İYİ YOLU KİTAP OKUMAKTIR

İNSAN OKUR!

Tayfun Kurt (1956-2008)

 

sahaf name

bir röportaj

fotoğraf albümü

hakkında yazılanlar

Ali Haydar Haksal

Aptullah Tirali

Engin Berk

Fatih Sultan Kar

Haluk Çağlayaner

M. Şeref Özsoy

Murat Pabuç

Mengüç Okan

Nuri Kurtcebe

Oral Onur

Ömer Asan

Ömer Lekesiz

Tolga Gürocak

Zafer Yalçınpınar

Bize Ulaşın

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tayfun Kurt

 

Haluk Çağlayaner

Galatasaray Lisesi

109. devre mezunu

 

Kadıköy Çınardibi Sahaf günlerinde tanıdım onu; Üsküdar'da imiş eskiden. Metin Küçükercan'dan öğrenmiştim yerini; o, hemen her hafta uğrardı. Moda'dan Kadıköy'e inen sokaklardan birinde idi Sahaf; vitrin Türkiye'nin yakın geçmişine ışık tutardı. Latin alfabesine geçişi izleyen 1930'ların beğenisini yansıtan gotik harflerle dizilmiş, sararmış kitaplar; bizim "incunable"larımız. İçeride mekana mümkün olabildiğince çok kitap sığdırmak üzere planlanmış tavana kadar uzanan raflar; geride aynı amaçla yapılmış küçük bir asma kat. Girişte dükkanın derinliğine doğru uzanan yüksek bir sehpa; üzerinde genel geçer ilgiyi çekebilecek kitaplar ve sol dergiler. Her yer - konularına göre ayrılmış - kitaplarla dolu.

 

Dükkanın sağ tarafında, o kadar kitap arasında kendine yer bulan büyük boy bir portre; Levent Ülker. Nerede görebileceğiz artık Levent'i? (Kurt'un sağlığı iyi değil, akciğerlerini de tutan romatoid artritin üzerine bir de by-pass olması gerekiyor. Onun mekanında, aramızdan erken ayrılışıyla bizi sarsan Levent'i görmek ürpertiyor insanı, "hayat fani, ölüm ani" gibi bir şeyler geçiyor kafamdan, bu soğuk nefesten kaçmak, unutmak istiyorum, yaşayanların gündelik sohbetine vuruyorum kendimi). Asma katın altında Kurt'un makamı; çevresi banko şeklinde çevrilmiş; önünde bilgisayarı, raf kalmadığından yeni gelen kitaplar bankonun münasip noktalarına yerleşmekte; Kurt gireni çıkanı aralardan görmekte. Bankonun kapı tarafına düşen solunda bir sedir; burası biz konukların konakladığı mekan.

 

Türk edebiyatında sağlık konusunu incelerken Osmanlı valilerinden Ebubekir Hazım Tepeyran'ın "Küçük Paşa" romanını öneriyor ve buluyor Kurt. Kitap, evlatlık alınan bir çocuk aracılığıyla XIX. yüzyılda ücra bir Anadolu köyündeki yaşantı ile İstanbul'da bir paşa konağındaki yaşantıyı karşılaştırıyor. (Neden okul müfredatında yer verilmez bu kitaba? Zira geçen onca zamana rağmen aradaki fark hiç bir şekilde kapanmamıştır!) Okumayan bir milletiz biz; ancak Kurt gibi yaşayan bir kütüphane ulaştırıyor bu belgesel esere beni; gavur ellerinde olsa diyorum, her isteyen ulaşabilirdi bu kitaba, zira daha çok okuyorlar, yazılı belgeye değer veriyorlar.

 

Kısacası Müslüman mahallesinde salyangoz satıyor Kurt; yaptığı işin değeri anlaşılmıyor, hastalığı ona acı ve hareket kısıtlılığı veriyor, özel hayatında mutlu değil: Kati bir ifadesi var, bu katiliğin içinde de yumuşak, özgecil bir kişiliği. Onca kitap arasında bir de büyük boy karakalem eskiz yer alıyor; esaslı cizgilere sahip; bizim büyük oğlan bir donem Kurt'un arkadaşı olan bu hanımın resim kursuna gidiyor.

 

Sahaf kâr etmiyor; Kurt dükkanın bulunduğu binayı satmak istiyor, uzun zaman istediği fiyatı bulamıyor. Uzaklara gitmek istiyor; - biraz hepimiz gibi - bir sahil kasabasına yerleşmek. Kısa ilişkiler yaşıyor cinsi latifle; hayat o kadar karmaşık, istekler o derecede farklı ki! Beraber yürümenin mümkün olmadığını görünce, Kurt öğüt vererek yolluyor hanımları... "Hepimiz küçük inlerde yaşıyoruz" diyorum; "insan bazen diğer inlerde ne olduğunu bilmek istiyor..." Bir eski göz ağrısı var; belli ki iyi bir kız, çoktan evlenmiş, uğruyor ara sıra. Böyle zamanlarda işim çıkıyor benim: Bazen zaman öyle kıymetli oluyor ki... Zira keçiboynuzu gibi hayat; çiğniyorsun çiğniyorsun ulaşıyorsun biraz bala, ulaşabilirsen!

 

Bir zamanların Beyoğlu'su nasıl Nişantaşı'na yenik düştüyse, Moda da Bağdat Caddesi’nin serpilmesinden sonra geriliyor. Sahaf kendisi de gerileyen Moda'da tutunmaya çalışıyor. Her ne kadar kâr etmese, değeri anlaşılmasa da, Sahaf Kurt'un kimliği: Onu bırakınca gerisi de geliyor...

 

Türkiye de aslına rücu ediyor galiba: Pek çok alametin gösterdiği gibi her şeyimizle eksiksiz bir Orta-Doğu; (Amerika'dan bakınca) / Yakın-Doğu; (Avrupa'dan bakınca) ülkesi oluyoruz. Bu Müslüman mahallesinde artık salyangoz satılmayacak.

 

Akciğer enflamasyonunu baskılamak için kortizon alıyor Kurt – ileride muhakkak daha incelmiş tedavi şekilleri bulunur - belli ki biraz da kaş yapalım derken göz çıkarıyoruz, zira kortizonla bağışıklık da baskılanıyor. Bu da istenmeyen sonuçlara yol açıyor; Fournier gangreni v.d.

 

Günün birinde direnci kırılıyor kişinin; "benim işim tamam artık!" Zaten yaralı bağışıklık sistemi beyinden de olumsuz iletiler alınca her şey baş aşağı gidiyor. Bazı eski formüller ne yazık ki güncelliğini koruyor; "ölüm gelmiş cihana bas ağrısı bahane".

 

Bu ülkenin kütüphanelerinin çoğu birer çıkmaz sokaktır. Kurt, kütüphanesi ve ilişkiler ağı ile birçok kütüphaneyi cebinden çıkarırdı. Bizden de bir şeyler götürerek gitti. Düşüncelerinin yaşamasını dilerim.